GÜZEL İNSANLAR
“Güzel insanlar, güzel günlerde hatırlanır. Güzel dilekler,güzel insanlara yollanır.”
Ünzile Nine
Seksen yaşındaydı Ünzile nine.Erzurum’un, içinden tren yolu geçen ve tren istasyon olan Seherhan köyünde küçük oğlu ile birlikte yaşıyordu.Her gün geç vakitlerde yatar,yatana kadar ışığı yanık olurdu.O gece yine sadece Ünzile ninenin ışığı yanıyordu.Ali Öğretmen,Seherhan’a tayin olmuştu.Altı buçuk saat süren yorucu bir yolculuktan sonra Seherhan’a varmıştı.Otobüsten inince Ali Öğretmen kendini bir an boşlukta kalmış gibi hissetti.Kendini çabucak toparlayarak ışık yanan eve yöneldi.Biraz ürkek biraz da korkak tavırlarla kapıyı yavaşça çaldı.Kapıyı açan olmadı.Galiba kapıyı işiten olmamıştı. Biraz daha kuvvetlice çalmalıydı kapıyı,öyle de yaptı Ali Öğretmen.Bu defa tahta kapı,gıcırdayarak yaşlı bir kadın tarafından açıldı.Yüzü,Türkiye haritası gibi çizgilerle doluydu ama bununla birlikte güleç yüzlü biriydi bu yaşlı kadın.Kim olduğunu bile sormadan Ali Öğretmeni içeriye buyur etti.Nasıl olsa,Ünzile nine alışıktı böyle Mevla misafirlerine.Ali Öğretmenin paltosunu emre amade hizmetkar gibi bekleyen Aliye gelin alıp askıya astı,mahçup bir tavırla “hoş geldin begim” diyerek diğer odaya seyirtti.Ali Öğretmen,Ünzile nine ve oğlu Mustafa ile kısa sürede tanışıp kaynaştı.Çay,tere yağı,otlu peynirden oluşan kahvaltıdan sonra Ali Öğretmen çok yorgun olduğunu belirterek yatmak istediğini söyledi.Ali Öğretmene soba yanan odaya yatak yapıldı,Ünzile nine,oğlu ve gelini ise mangal ile soğuğu kırılmış diğer odada yattılar.
Ali Öğretmen,ertesi gün okul lojmanına yerleşti.Köye geldiği günün ikinci akşamı ve diğer günlerde Ünzile ninenin ışıkları hep geç vakte kadar yanıyordu.Ali Öğretmen merakını yenemeyerek ertesi gün bunun sebebini soracaktı.O gün akşam Ünzile nine Ali Öğretmeni kapılarında görünce torununu görmüş gibi sevindi ve hemencecik içeri buyur etti onu.Ali Öğretmeni mütevazı sofralarına buyur ettiler.O, artık dayanamayacaktı ve Ünzile nineye niçin geç vakte kadar ışıkarı yanık tuttuğunu ve yatmadığını sordu.Ünzile nine,”oğul,bu köy uğrak yeri olan bir köy,her gün geç vakte kadar yatmam çünkü herhangi bir misafir gelir de dışarıda kalırsa ben buna dayanamam,her gelen Mevla misafiridir.O misafiri de benim ağırlamam lazım,yoksa o gece ben sabaha kadar uyumam.”dedi.Ali Öğretmen,yardımseverliğin önemini biliyordu ama bu kadar büyük fedakarlık “güzel insanlar” tarafından gerçekleştirilebilir,demekten kendini alamadı....
Zengin ve Yoksul
Aysel Hanım rahatsızlığı sebebi ile bir özel hastaneye gitmişti.Muayene oldu,kanserdi.Hastalığından kurtulabilmesi için ameliyat olması gerekiyordu ancak meliyat parası çok fazla tutuyordu.Aysel Hanım,bu yüklü meblağı ödemesinin mümkün olmadığını çaresizce,boynu bükük bir şekilde doktora söyledi.Durum hastane sahibine iletildi.Aysel Hanımla özel hastanenin sahibi arasındaki konuşmalara istemeden kulak misafiri olan bir bayan kısa bir süre sonra hastanenin sahibi ile görüşerek Aysel Hanım’ın bütün hastane masraflarını kendisinin karşılayacağını belirtiyordu.Ancak bir şartı vardı.Bu şart çok ama çok önemliydi.”Asla kendisinin adının söylenmemesini istiyordu.”Bu güzel davranışın adı “sadakayı gizli vermektir.”Gizli sadaka Mevla’nın gazabını söndürür…
Bu durum Aysel Hanım’a iletildiğinde yardımı kabul etmiyordu,bakın sebebini nasıl açıklıyordu:”Benim bu paraya ihtiyacım var ama ben akrabalarımla sıkı bir dayanışma içindeyim.Gerekli parayı yardımlaşarak toplar ve ameliyat masraflarını karşılarım,O hayırseverin yapacağı yardım parasını daha çaresiz birine veriniz.”diyordu.Oysa,sahip olduğu imkanını da kullanabilir,zengin bayandan alacağı parayı da nefsi için harcayabilirdi…Böyle güzel insanlar var oldukça kıyamet kopmayacaktır herhalde…
Hilal Anne
Hilal anne,Kayseri’de yaşıyordu.Dini bilgilerin önemli bir bölümünü babasından öğrenmişti.Eşi de dindar bir insandı,hatta eşinin deyimiyle ondan el almıştı.Ancak ilerleyen yıllarda eşini geçmişti.Dört dörtlük bir Müslüman olmuştu.Çarşıya mecbur kalırsa alışverişe çıkar,tesettürüne azami derecede dikkat ederdi.Öyle ki ellerinde sürekli eldiven bulunur,satıcılarla iletişimde konuşmak yerine isteğini bir kağıda yazarak satıcıya verirdi.
Gecenin ilerleyen saatleriydi.Hilal anne,Kur’an okuyordu. Eşi “artık yat,ışığı kapat ,”dedi.Hilal anne ışığı kapattı.Bir müddet sonra eşi hala Hilal annenin Kur’an okumaya devam ettiğini fark edince dönüp baktığında bir de ne görsün odanın ışığı kapalı olmasına rağmen Hilal annenin başörtüsünün üstünde bir kandil yanıyor o kandilin ışığında Hilal anne Kur’anı kıraat ediyordu…
O,öyle mukaddes bir insandı ki cenazesi yıkanırken mahalle gül kokularına gark oldu. Şimdi Hilal anne öteki dünyada,büyük ihtimalle cennette.Böyle güzel insanların oradaki durağı cennetten başka neresi olabilir ki…
Seher Teyze
İlerlemiş yaşına,saçına düşmüş aklara,eğilmiş beline aldırmadan acımasız yıllara meydan okurcasına eski elbiselerden kestiği parçaları el emeği,göz nuru ile dokuyor kilim,paspaslar yapıyordu Seher teyze.Komşuları da ellerlindeki eski elbiseleri Seher teyzeye getirir,kilim veya paspas yaptırırlar ve karşılığında bir miktar parayı zorla verirlerdi ona.Seher teyze,aslında yaptığı bir şey karşısında para almayı pek sevmezdi ama torunu ve onun arkadaşları üniversitede okuyorlardı.Seher teyze torunu ve arkadaşlarına yardımda bulunmak için verilen paraları reddetmiyor ve aldığı paraların kuruşuna dokunmadan torunu Nermin’e ve Nermin’in arkadaşlarına aktarıyordu.Bugüne kadar kıt kanaat elde ettiği paralarla nice gençlere yardım etmişti Seher teyze.
Samimiyetle yapılan iyilikler hiç karşılıksız kalır mıydı?Nermin ve daha niceleri bayramlarda Seher ninelerini ziyaret etmeden uzak duramazlardı…
Tek Gözü Olmayan Güzel Anne
O,İlkokula giden küçük bir çocuktu.O gün annesi onu okula görmeye gelmişti.O ise annesini görmezlikten gelmeye çabalıyordu ama annesi ona doğru gelmeye devam ediyordu.Nihayet annesi yanına geldiğinde,”niçin buraya geliyorsun?Senden utanıyorum,bir daha buraya gelme diye sertçe konuştu çocuk.Annesinden ayrıldıktan sonra derse girdiğinde sıra arkadaşı kulağına eğilerek “senin annenin bir gözü kör.”dediğinde çocuk adeta çılgına dönmüş,annesine olan öfkesi bir kat daha artmıştı.
Nihayet bu küçük çocuk büyümüş,liseyi,üniversiteyi bitirmiş,evlenmiş,makine mühendisi olmuştu.Eşi ile birlikte bir süreliğine Singapur’a yerleşmişti.Burada bir kız,bir de erkek çocukları olmuştu.Singapur’daki görev süresi dolunca yurda dönmüşlerdi.Kız çocuğu 9 yaşında erkek çocuğu 7 yaşındaydı.Çocuk ve torun hasreti ile yanan biçare anne torunlarını görmek için oğlunun Ankara Maltepe’deki evlerine gitti.Zili çaldığında iki torunu aynı anda koşarak kapıyı açmışlardı.Tanımadıkları kadını karşılarında gören çocuklar,”baba gel,kapıda kör bir kadın var,seni görmek istiyor.”dediler.Çocukları içeri gönderen baba,annesine çıkışarak,”sen,beni utandırmayı ne zaman terk edeceksin,kadın?diyerek annesini azarlayıp kapıyı yüzüne kapattı.Anne yüreği ya bu,yine de bu vefasız,acımasız oğluna beddua edemedi.Çaresiz evine döndü.Bu karşılaşmadan bir yıl sonrasıydı.Bu hayırsız evlat annesinin yaşadığı,çocukluğunun geçtiği evi görmek istedi.Annesini özlediğinden değildi bu ziyaret,sadece çocukluğunun geçtiği evi görmek istiyordu.Eşine annesinin evine değil de Eskişehir’deki bir arkadaşını görmeye gideceğini söylemişti.Nihayetinde çocukluğunun geçtiği eve geldiğinde kapıyı çaldı birkaç kere ama açan olmadı.Komşularına annesini sorduğunda komşu kadın” ah benim vefasız oğlum,annen geçen ay öldü,senin haberin yok mu?”diyerek onu payladı.Komşu kadın “bak annen sana bir de bu mektubu bıraktı,al oku,”dedi.Hayırsız evlat,mektubu açınca şu cümleler özellikle dokunaklıydı.”Benim güzel oğlum,biliyorum bir gözüm görmediği için beni hiç sevmedin,hep benden nefret ettin.Ama gerçek şu ki:Sen çok küçüktün,bir kaza geçirmiş ve bir gözün görmez olmuştu,ben de çocuğum hayatı boyunca sıkıntı çekmesin,mutsuz olmasın diye gözlerimden birini sana feda ettim.İşte bir gözüm görmediği için nefret ettiğin annenin gerçek hali budur.”yazıyordu.Ama ne acı ki hayırsız evladın gözünde yine bir damla yaş yoktu.
İşte değerli okuyucularım görüyorsunuz ya vefasız,hayırsız bir o kadar da acımasız evlada annenin gösterdiği şefkati…Mevla’nın kullarına gösterdiği şefkat bu annenin gösterdiği şefkatten kat kat büyüktür.Diyebiliriz ki Mevla’nın şefkati okyanussa, annenin şefkati okyanusta bir damladır…
Hamallıktan Fabrikatörlüğe Ulaşan Bir Güzel İnsan Abdullah
Her gün olduğu gibi o gün de yorgun argın evine dönüyordu Abdullah lakin bugün yük taşıtan kimse çıkmamış ve eline hiç para geçmemişti.Karnı da iyice acıkmıştı doğrusu.Yakınından geçmekte olduğu evden taze,nefis bir ekmek kokusu yayılıyordu.Boynu bükük bir şekilde evin yakınındaki ağaca dayanıp bir süre bekledi.Acaba şu nefis ekmeği pişiren ev sahiplerinden biri bir parça olsun ekmek verirler mi diye düşünürken bahçe kapısının açıldığını fark etti.Kırk yaşlarında güler yüzlü bir kadın,tertemiz bir beze sarılı bir şeyle kendisine doğru geliyordu.Çok geçmeden elindeki ekmeği Abdullah’a uzatır uzatmaz geriye dönerek evine doğru uzaklaştı.Abdullah bulunduğu evin yanından çok uzaklaşmamıştı ki gayet sert görünüşlü,esmer tenli,geniş yapılı bir adam “Sen, bu elinde ekmeği nereden aldın?Çabuk söyle!”diyerek Abdullah’ı sıkıştırdı.Abdullah,hemencecik cevap vermeyince,”sen konuşma bakalım,ben,onu nereden aldığını çok iyi biliyorum.”diyerek Abdullah’ı itekledi.Zalim adam,hışımla evine doğru adeta koşarak gidiyordu.Evine varır varmaz,hanımına:”Çabuk söyle o hamala o ekmeği yine sen verdin,değil mi?diyerek onu sıkıştırmaya başladı.”Benim didinerek kazandığım şeyleri hakkı olmayan başkasına sen,nasıl verirsin bre kadın?” diyerek en yüksek perdeden bağırarak hanımını sıkıştırıyordu.Yardımsever kadın,korkuyla,hamala ekmeği verenin kızı olduğunu söylerse ona acır da bir şey yapmaz diye düşünerek kızını gösterdi.Ama zalim olan, kızı da olsa acır mıydı?Eline geçirdiği kalın bir sopa ile kızına öyle bir vurdu ki kızcağızın eli sakatlanmıştı,o günden sonra eli sakat kalacaktı.
Bu şükürsüz adam haline şükür etmediği için gün geldi ki elindeki fabrikayı satmak mecburiyetinde kaldı.Abdullah ise her halukarda haline şükretmeyi terk etmeyen iyi bir Müslüman’dı.Gün geldi,hamal olan Abdullah bir fabrika satın alacak kadar zengin olmuştu.
Zalim adam,elinde ne var ne yoksa kaybettiğinden o gün evine bir somun ekmek bile götüremedi.Evine vardığında hanımına ve kızına “bugün hep açız,ne haliniz varsa görün.”dedi.Kısa bir müddet düşündükten sonra evin bir köşesine sinmiş kızına gözü ilişti.”Ey,mendebur,orada ne sümsükleşiyorsun,git çarşıya bir ekmek parası dilen de gel.”diyerek kızına haykırdı.Zavallı kızcağız Hale de çaresiz çarşının yolunu tuttu.Nihayet eski fabrikalarının karşısında bir köşede boynu bükük beklemeye başladı.Şimdi nasıl “bir ekmek parası isteyecekti tanımadığı kişilerden…Ama belki bir tanıdıkla karşılaşır da halini ve hatırımı sorar diye beklemeye devam etti.Çok geçmeden eski fabrikalarından otuz üç yaşlarında olduğu tahmin edilebilen bir adam kendisine doğru geliyordu.Abdullah,Hale’nin yanına geldiğinde “seni bir yerden tanıyorum sanki…”dedi.Hale,mahçup bir halde cevap vermeden bekledi.Abdullah,”galiba yardıma ihtiyacın var.”diyerek bir miktar parayı Hale’ye verirken Hale’nin bir elini saklamaya çalıştığını fark etti.”O,eline ne oldu,öyle?”dedi.Hale de günün birinde babam,bir hamala ekmek verdiğimiz için benim elime şiddetle vurarak bu hale getirdi.”deyince Abdullah, her şeyi çok iyi hatırladı.Hemen kendini tanıttı.”O hamal benim işte,benim.”dedi.Adının Hale olduğunu öğrenince bir an yüce peygamberimiz Hz.Muhammed’in ilk eşi adı gibi yüce kadın olan Haticet-ül Kübra’yı ve kız kardeşi Hale’yi hatırladı.Hz.Haticet-ül Kübra Mevla’ya kavuşalı bir yıl olmuştu.Hz.Aişe validemizle evliydi o sırada o büyük peygamber.Evlerini ziyarete o gün Hz.Kübra’nın kız kardeşi Hale gelmiş ve O büyük insan onun sesini duyunca birden irkildi ve gayri ihtiyari ağzından “Hatice!” adı işitildi.Hale’nin sesi ne kadar da çok benziyordu o cennet kadınlarının annesine.Bunu işiten Hz.Aişe validemiz bir an Hz Kübra’yı kıskanmaktan kendini alamamıştı ancak o Hz Kübra onun peygamberliğini ilk kabul eden müstesna bir insandı.Bunu da kendi kendine itiraf etmekten geri duramadı.
İşte Abdullah,bu olayı hatırlamadan kendini alamamış ve Hale’nin kendisi için bulunmaz bir eş olduğunu düşünmüş ve düşüncesini de hemen oracık da açıklamış ve Hale’nin sakat olan elini en kısa zamanda tedavi ettireceğini taaahüt etmişti.İşte bu gönül sahipleri layıktır ancak hamallıktan fabrikatörlüğe değil mi?...
Yozgatlı Mümtaz Bir Aile
Cengiz aslen Yozgatlı bir gençtir.Selvi,esmer,yakışıklı,güler yüzlü bir genç.Fiziği kadar bir o kadar da kalbi de güzel bir genç.Cengiz o yıl üniversiteyi bitirmiş,evlenme çağı gelip çatmıştı.Nihayetinde kendisine denk,dindar bir eş bulmuş onunla evlenmişti.İstanbul’a taşınmaları gerekiyordu zira Bilgisayar Mühendisi olarak bu şehirde görev yapacaktı.”Dünyada mekan ahirette iman” düsturunca bir eve ihtiyaçları vardı.Ama İstanbul gibi pahalı bir şehirde ev alacak kadar parası yoktu Cengiz’in.Durumu babasına, o da kardeşlerine ve en yakınlarına durumu açtı.Onlar da imrenilecek bir adet vardı.Evlenen kişiye yakın akrabalar toplanır el birliği ile ev veya ne ihtiyacı varsa o alınırdı.Aynı işlem Cengiz için de tatbik edildi.
Günümüzde böyle güzel dayanışma ve yardımlaşmayı yapabilen güzel insanlara ne kadar ihtiyacımız var değil mi?...
|
Abdullah
Abdullah,28 yaşında iş arayan bir gençti.İş bulmak için çok arayışta bulunmuş ancak henüz bir iş bulamamıştı.İş arama çabasının yanı sıra halini Mevla’ya arz ediyor,”beni senden başkasına muhtaç etme.”diyerek dua ediyordu.”Ey büyük Mevlam,halimi sana arz ediyorum,bu sıkıntımın çaresi ancak sensin,bu halimi senden başka kimse bilmesin,diye yalvarıyordu yaradana.”
O gün yine iş aramaktan bitkin düşmüştü ancak hiç bırakmadığı namazlarını yani kulluk görevlerini de ihmal edemezdi.Abdest almak üzere yolu üzerindeki küçük caminin şadırvanına girdi.Tam abdestini almış çıkacakken iyi giyimli iki kişinin şadırvana abdest almak için girdiğini gördü. İki çift takunyayı abdest almaya hazırlanan beylerin ayağına saygıyla bıraktı.Sefa Bey,bu asil davranıştan çok etkilenmişti.”Adın ne senin güzel arkadaş? diye sordu.Biraz mahcup bir tavırla Abdullah,dedi.Abdestinizi ve kılacağınız namazınızı Mevla kabul etsin diyerek camiye yöneldi Abdullah.Ardından camiye giren Sefa Bey ve arkadaşı Abdullah’ın bir sıkıntısı olduğunu davranışlarından seziyorlardı.Namaz çıkışı caminin önündeki bankta kısa bir hasbihal yaptılar.Ama Abdullah asıl sıkıntısı ile ilgili hiçbir ip ucu vermiyordu.Sefa Bey ve arkadaşı Nedim Bey,Tokat’a ertesi gün yapılacak işçi alma mülakatına görevli olarak geldiklerini anlattılar.Ancak Abdullah,ser verip sır vermiyordu,ben halimi sana havale ettim Mevlam,benim en büyük yardımcım ve sırdaşım sensin diyordu,kendi kendine.Ertesi gün saat 10.00’da mülakat başlamıştı,mülakata katılanlar arasında Abdullah da vardı.Abdullah,Sefa Bey ve arkadaşını karşısında görünce bir an kendini şaşırmaktan alamadı.Mülakatta,Abdullah’ın gireceği iş için gerekli vasıfların çoğunu taşıdığı anlaşılmıştı. Saat 11.45’te sonuçlar açıklanmış,Abdullah da kazananlar arasındaydı.Sefa Bey ve arkadaşı Abdullah ile özellikle konuşmak istiyordu.Abdullah,biz daha dünden bu tarz bir sıkıntın olduğunu sezmiştik der demez Abdullah,”Ey yüce Mevlam,bu sır seninle benim aramdaydı,kimse bilmeyecekti,halim nasıl açığa çıktı?”diyerek serzenişte bulundu.Bunun üzerine devreye giren Sefa Bey,”Abdullah,Güzel İnsan”ların en büyük yardımcısı Mevla’dır,senin güzel insan olman sonucunda sıkıntın sonuç buldu yoksa seninle Mevla arasındaki sır açığa çıkmış değil.” dedi.Böyle güzel gençlerin çoğalması temennisiyle…
Feyza
Feyza,kopya çekti, haram diye atama istemedi. Alo Fetva hattını arayarak kopya çektiğini itiraf etti, aldığı cevap karşısında... Erzincan Müftülüğü’nün ”Alo Fetva” hattını arayarak ”KPSS sınavında yanındakilere baktığını” beyan ederek, ”Atanırsam kul hakkına girer miyim?” diye soran Feyza, ”Girersin” cevabını alınca, yüksek puanıyla atanma şansı olmasına karşın işe müracaat etmedi.
İl Müftüsü,kendilerini arayan Feyza’nın, KPSS imtihanında yanındakilerin sınav kağıtlarına bakarak 6-7 soruyu işaretlediğini belirtip, ”Aldığım puanla da atanma imkanı yakaladım. Eğer ben aldığım puanlarla atanırsam kul hakkına girer miyim, aldığım kazanç bana helal olur mu?” diye sorduğunu aktaran müftü, o kişiye ”Evet, bununla bin kişinin önüne geçmiş isen, o bin kişinin hakkını yersin” cevabını verdiklerini açıkladı. Müftü, Feyza’nın ”Bunun üzerine, (peki hocam) dediğini,o işe başlamadığını ve başka bir iş yaptığını biliyoruz” diye konuştu.
|
|
|
Mahiser Teyze
Yıl 1984.Sonbaharın kışa dönmeye başladığı günler.Delikanlılığın etkisi,daha fazla hürriyet arayışı yüzünden kaldığım yurttan ayrılmaya karar verdiğim günlerde tanıştım o güzel insan, Mahiser Teyze ile.Melekler kadar güzel bir yüze ve bir o kadar da güzel kalbe sahipti. Benim yaşlarımda okumayı ne çok istemişti! Ancak annesinin ilkokuldan sonra okumasına izin vermemesi sebebiyle okumak içinde ukde kalmıştı.Benim de okumaya karşı çok azimli,meraklı olmam,okumak ve bir meslek sahibi olabilmek için konaklama ihtiyacım olduğunu belirtmem üzerine evinde konaklamamı sağlaması,ancak öz annenin gösterebileceği şefkat,merhamet,yardımseverliği esirgemeyen bu güzel insan sayesinde şu anda bulunduğum mevkideyim.Mevla’dan mekanını cennet etmesini diliyorum.Nurlar içinde yat Mahiser Teyze…
Mümtaz Ağabey
1985 yılı,üniversiteye hazırlanmak üzere İstanbul’a geldiğim yıldı.İstanbul’un fatihi, Fatih Sultan Mehmet’in adının verildiği semptte kalıyordum.Bütün öğrenciler gibi zaman zaman harçlığım daralıyordu.İşte o günlerin birinde tanıdım Mümtaz Öğretmeni.Düz,uzun,kır saçlıydı.Saçlarını özellikle kulaklarının üzerine indirirdi.Sebebini daha biz sormadan kendisi açıklamıştı.”Çocuklar,sol kulağım biraz az işittiğinden kulaklık kullanıyorum.Kulaklığımı gizleme ihtiyacı duyduğumdan saçlarımı kulaklarımı örtecek şekilde biraz fazla uzatıyorum.Çünkü,göz kusuru olanlar,gözlük kullanarak göz rahatsızlığını rahatlıkla giderirler ve onları kimse ayıplamazken,kulak rahatsızlığı yüzünden kulaklık kullananları aynı hoşgörü ile karşılamıyor insanlar…” diyerek serzenişte bulunurdu.
Emlakçılık yapıyordu Mümtaz Öğretmen daha doğrusu emlakçılık yapmak mecburiyetinde bırakılmıştı.İhtilal yıllarında Fatih İmam Hatip Lisesi’nde edebiyat öğretmenliği yaptığı günlerdi ve bir gün derse “selamun aleyküm” gençler diyerek girdiğinden hakkında soruşturma açılmış ve mesleğinden el çektirilmişti.Ama Mevla bir kapıyı kapatırsa diğer kapıyı açardı.Mümtaz ağabey de adı kadar mümtazdı ve Mevla özellikle böyle kimseleri darda bırakır mıydı?Ona da emlakçılık kapısı açılmıştı.
İlk defa tanıştırılmış olmama rağmen beni ve diğer gençleri öz kardeşi gibi benimsemiş ve sevmişti.Beni ve diğer gençleri varlıklı kişilere yönlendirerek harçlığımızın teminini sağlıyordu.Mevla,böyle güzel insanları başımızdan eksik etmemesi dileğiyle…
ÖNCEL TEYZE
Lise yıllarıydı.Bir türlü geçmeyen başağrısına bir çare bulurum düşüncesiyle Bursa Setbaşı Hastanesi’ne gitmiştim.Bekleme salonunda sıramın gelmesini beklerken hemen karşımda oturan kırk yaşlarında,kumral saçlı,sempatik bir bayanın bana şefkat dolu gözlerle baktığını fark ettim.Benden önce o söze girdi,kendini ve yanındaki esmer,siyah saçlı kızını tanıttı.Meğer kızı da benim gibi başağrısından muzdaripmiş.Kısa sürede tanıştık,kaynaştık.Ayrılırken bana Bursa’daki ev adresini verdiler.Sık sık mektuplaştık.Bu değerli insan beni o kadar sevmiş olmalı ki tanıştığımız tarihten üniversiteyi bitirene kadar bana harçlık gönderdi.Üniversiteyi bitirdikten sonra da irtibatımız uzun süre devam etti.Fırsat buldukça önce Bursa’da daha sonra Denizli’de kendilerini ziyaret ettim.Bursa ziyaretim sırasında Öncel Teyzemin eşi Ergun Amcamın beni çevresindekilere “manevi evlat” olarak tanıtması çok hoşuma gitmişti.Denizli ziyaretimde Öncel Teyzemin annesi ile de tanıştım.O da en az Öncel teyzem kadar sempatik güzel bir insandı.Sanki beni torunuymuşum gibi sevdi.Aynı şekilde kızları Demet’i,Emine Ablayı ve Olgun’u gerçek kardeşlerim kadar seviyorum.Son birkaç yıldır benim ihmalkarlığım yüzünden irtibatımız biraz zayıfladı.Buna çok üzülüyordum.Teknolojinin imkanlarından yararlanarak bir fırsatla Olgun kardeşimin facebook adresi aracılığı ile Öncel Teyzem ile birkaç kere telefonla konuşabildim.Ancak eski bağlılığımızın zayıflamış olmasına çok üzülüyorum.Ama ne olursa olsun Öncel Teyze benim için “Güzel İnsanlar”listesinde hep de öyle kalacak.Mevla’dan kendisine uzun,sağlıklı ömürler diliyorum…
Regaip Teyze
1986 yılı üniversiteyi kazandığım yıldı.Adını,Regaip kandilinde doğduğundan bu kandile hürmeten Regaip koymuşlardı anne babası.Regaip Teyze oldukça yaşlı,yüzünde yaşadığı yılar boyunca hep ızdırap çekmiş gibi yer yer çizgiler vardı.Aslında ızdırap çekmişti”aşk ızdırabı”. Zaman zaman evinin salonundaki etrafı gümüş renk çerçeveli Hülya Koçyiğit kadar güzel resmini gösterir ve hayıflanırdı.Mustafa adlı bir genci çok sevdiğini ama onun kendisine karşılık vermemesi sebebiyle evlenemediğini daha sonra da başka kimseyle de evlenmemiş,aşkını kalbine gömmüştü.Öyle ki Radyoda “Mustafa Sağyaşar” anonsunu her işittiğinde “Bak,Nazmi Mustafa sağ,yaşıyor,” derdi.
Regaip Teyze ile tanışmamız İstanbul’da yaşayan kız kardeşi Nadide Hanım sayesinde olmuştu.Üniversiteyi kazanınca istanbul’dan Edirne’ye geldim.Nadide hanım,ablasının bir can yoldaşına ihtiyacını olduğunu söylemiş ve benim de ablasının aynı bahçede yer alan diğer evinde kalıp kalamayacağımı, ablasının bazı küçük ihtiyaçlarını sağlamasına yardım edip edemeyeceğimi sormuş ve ben de kabul etmiştim.
Üniversite hayatım boyunca Regaip Teyze’nin evinde kaldım,benden bu süre zarfında kira bile almadı,beni kendi evladı gibi benimsemişti.Öyle ki Nazmi seviyor diye evine oldukça uzakta bulunan pazardan meyveler alıp getirmekten imtina etmezdi.Öğretmen olup göreve başladıktan sonra her ay bir miktar para yardımında bulundum Regaip Teyze’ye ta ki ölünceye kadar.Görev yerim şehre uzak olduğundan Regaip Teyze’ye sık mektup yazamazdım.O ise hep benden haber bekler evinin sokağında gördüğü kağıt parçalarını benden gelen meptup zanneder,sevinirmiş.Ölüm haberini aldığımda hıçkırıklara boğulmuş ,telefonda konuştuğum akrabasına son sözlerimi söyleyemeden telefonun ahizesi elimden düşmüştü.Mevla mekanını cennet etsin,nur içinde yatsın…
|
GÜL KADAR GÜZEL BİR İNSAN-GÜL-
Onu, geçen yıl eşimle ilk defa gittiğimiz eczanesinde tanıdım.Sanki bizi yıllardır tanıyormuş gibi hemen oturmamız için yer gösterdi, ardından çay söyledi.Ben ise tatlı bir şok geçiriyordum.Çünkü yıllardır bu şehirde yaşıyordum ama müşterisine bu kadar samimi davranan bir esnafa ilk defa rastladım desem abartmış olmam…Alış verişimizi tamamlayıp eczaneden ayrılırken bizi kapıya kadar uğurladı.
İlk tanışıklıktan yaklaşık bir yıl sonraydı.Strese bağlı bir rahatsızlıktan tedavi olduktan sonra ilaçlarımı almak için eczaneye uğradığımda ilk tanıdığım gündeki gibiydi yine Gül.İlaçları hazırlarken söylediği güzel sözler doktorun tedavisinden daha etkiliydi.Uzunca bir zamandır “Güzel İnsanlar” isimli gerçek bir hikaye yazma hazırlığı içindeydim.O gün orada bu güzel insana da kitabımda yer vermek istediğimi söyledim,Tabii o da güzel insanlara yakışır şekilde tevazu gösterdi.Ama ben kararımı vermiştim kararlaştırdığım şekilde onu da hikayeme dahil ettim.Böyle güzel insanlarla daha çok karşılaşmak dileğiyle…
BİR GÜZEL ÖĞRETMEN –DİLEK-
İngilizce YDS ile ilgili çalışma yapmak ve imtihanlara hazırlanmak üzere gittiğim yabancı dil dershanesinde tanıştım Dilek Öğretmen’le.Çok yoğun çalışma temposuna sahip olduğunu belirterek beni başından savmadı bilakis bana nasıl yardımcı olabileceği ilgili alternatifler düşündü.Öncelikle beni seviye tespiti için seviye belirleme imtihanına aldı.İmtihan sonucuna göre bana interaktif çalışma seçeneğini önerdi ayrıca bilgisayar destekli diğer çalışma yolları ile ilgili materyalleri bana sağladı.Bütün bunları büyük bir samimiyetle yaptığını gözlemliyordum ama yine ihtiyaten borcum nedir?diye sordum.”Ne borcu hocam?” diyerek samimiyetini bir kere daha perçinledi.
Bu samimi yardımdan çok etkilendiğimi mesaj yoluyla kendisine ilettiğimde:”Yardımlaşmak gibisi var mı hocam,keşke herkes bu bilinçte olsa,ben böyle yetiştirildim.”diyerek “Güzel İnsanlar” listesinde yer almayı hak etti.Böyle değerli insanların sayısının artması dileğiyle…
Dr.Seyfettin Bey
Rahatsızlığım yüzünden o gece çok az uyabilmiştim.Sabahın olmasına epeyce vardı.Acıyla uyandığımda gecenin dördüydü.Hastanenin acil servisine ulaştığımda görevli hemşire hemen doktoru “hasta var,doktor bey”diye bilgilendirmesinin ardından kısa süre sonra doktor muayene odasındaydı.”Hoş geldiniz!” diye hitap edildiğinde ben, gayri ihtiyari bir an etrafıma bakındım,acaba benden daha itibarlı birisine mi böyle kibar davranmıştı doktor diye…Çok geçmeden etrafımda kimse olmadığını anladım,bu güzel hitap banaydı.Şaşırmama gelince 35 yaşıma kadar hastane ortamında bana böyle güzel davranan hiçbir doktora rastlamıştım,tersi olaylara ise çok rastlamıştım.Hatta lise yıllarımda diş ağrısı sebebiyle diş doktoruna gittiğimde diş hekimi derdimle neredeyse hiç ilgilenmeyince biraz canın sıkılmış ve belki ilgilenir diye “doktor bey,diş etlerimde aşırı sancı var,dediğimde o,ne yani dişlerini diş etlerinle mi çekeyim?!”diyerek adeta beni azarlayıp atmıştı.Bu gibi olumsuz tavırlardan sonra Seyfettin Bey’in davranışı takdire değer olmaz mıydı?...Daha da önemlisi güzel insanlar arsında olmayı hak etmez miydi?...İyi ki varsınız Dr.Seyfettin Beyler…
Bir Güzel Öğrencim Fatma
Bundan on yıl önce Fatma’ların İngilizce dersine girmiştim.Aradan yıllar geçtiği için Fatma büyümüş gelişmişti.Sağlık lisesi son sınıftaydı son karşılaştığımda.Mevsimlerden kıştı,soğuk bir hava vardı.Kış,düşmandır derler ya bu mevsimde hastalıklar çok olur en çok da grip,nezle hastalıkları yaygın görülür.Ben de o gün grip olmuş,evimin yakınındaki Hastanenin ek binası konumundaki sağlık kurumuna gittiğimde saat 15.15’ti.Görevli kayıt memuru bu saatten sonra hasta kabul edemediklerini söyleyince evime ikinci derecede uzaklıkta bulunan sağlık ocağına yöneldim,çaresiz olarak…Aksiliğe bakın ki bu sağlık ocağında da askerlerden oluşan bir kuyruk vardı.Bir ümit sağlık ocağımda boş bulduğum bankın bir köşesine iliştim.Ben öyle çaresiz,düşünceli otururken,beyaz önlüklü,güleç yüzlü genç bir kız önümde belirdi.Kafamı kaldırdığımda yüzüme gülümseyerek bakmaktaydı.”Beni tanıdınız mı hocam?diye sordu.Ben de “özür dilerim,ama tanıyamadım,”dedim.”Ben,Fatma,hani bizim İngilizce dersine girmiştiniz,bize İngilizce’yi siz,sevdirdiniz.”dedikten sonra doktorun odasına yöneldi.Kısa süre sonra,”hocam,doktor bey,sizi çağırıyor.”dedi.Ben de doğruca doktorun odasına giderek muayenemi oldum.Fatma gibi beyaz melekler güzel insanlar arsında olmayı hak etmez miydi?Hak edeceğini düşünerek onu da güzel insanlar arasında anmayı görev bildim….
BİR GÜZEL ÖĞRETMEN "BESTE"
Onu ilk defa görev yaptığım okulda sene başı seminer çalışması döneminde öğretmenler odasında tanıdım.Öğretmenler Odası masanın bir köşesinde sessiz sakin oturuyordu.Onu tanıyan arkadaşlardan kim olduğunu öğrendim.Onu,bana tanıtan arkadaş,"onlar Gönen'i n gizli zenginlerindendir.demişti.İşte ozaman -sonradan anladım ki-ön yargılı düşünmüşüm.Tek başına,kim seyle konuşmadan oturduğuna,güzelliğine,zenginliğine göre "kibirli" biri olduğuna hükmetmiştim.Sonradan onu tanıdıkça yanlış düşündüğümü anladım ve kendisini "GÜZEL İNSANLAR" arasına dahil edecek kadar değerli buldum.
Fiziki güzelliğinin yanı sıra ruh güzelliği,mütevazı kişiliği,yardımseverliği,güler yüzlülüğü,kadirşinaslığı hem zengin,hem güzel olan bir kişide kolay görülmeyecek özelliklerdi.Bu güzelliklerinin ömrünün sonuna kadar sürmesini diliyor,kendisini hikaye kahramanları arasında görmekten sonsuz kıvanç duyuyuyorum...