Eğitim-Öğretim Üzerine Her şey
  GüZEL İNSANLAR
 

                            

 GÜZEL İNSANLAR      

    “Güzel insanlar, güzel günlerde hatırlanır. Güzel dilekler,güzel insanlara yollanır.”


 

                      Ünzile  Nine 

 

    Seksen yaşındaydı Ünzile nine.Erzurum’un, içinden tren yolu geçen ve tren istasyon olan  Seherhan  köyünde küçük oğlu ile birlikte yaşıyordu.Her gün  geç vakitlerde yatar,yatana kadar ışığı yanık olurdu.O gece yine  sadece Ünzile ninenin ışığı yanıyordu.Ali Öğretmen,Seherhan’a tayin olmuştu.Altı buçuk saat süren yorucu bir yolculuktan sonra  Seherhan’a varmıştı.Otobüsten inince Ali Öğretmen kendini  bir an boşlukta  kalmış gibi hissetti.Kendini çabucak toparlayarak ışık yanan eve yöneldi.Biraz ürkek biraz da  korkak tavırlarla kapıyı yavaşça çaldı.Kapıyı açan olmadı.Galiba kapıyı işiten olmamıştı. Biraz daha kuvvetlice çalmalıydı kapıyı,öyle de yaptı Ali Öğretmen.Bu defa tahta kapı,gıcırdayarak yaşlı bir kadın tarafından açıldı.Yüzü,Türkiye haritası gibi çizgilerle doluydu ama bununla birlikte  güleç yüzlü biriydi  bu yaşlı kadın.Kim olduğunu bile sormadan Ali Öğretmeni içeriye  buyur etti.Nasıl olsa,Ünzile nine  alışıktı böyle Mevla misafirlerine.Ali Öğretmenin paltosunu emre amade hizmetkar gibi bekleyen Aliye gelin   alıp  askıya  astı,mahçup bir tavırla  “hoş geldin begim” diyerek  diğer odaya seyirtti.Ali Öğretmen,Ünzile nine ve oğlu  Mustafa ile kısa sürede tanışıp kaynaştı.Çay,tere yağı,otlu peynirden oluşan  kahvaltıdan sonra Ali Öğretmen çok yorgun olduğunu  belirterek yatmak istediğini söyledi.Ali Öğretmene soba yanan odaya yatak yapıldı,Ünzile nine,oğlu ve gelini ise  mangal ile  soğuğu  kırılmış  diğer odada  yattılar.                      

 

  Ali Öğretmen,ertesi gün okul lojmanına  yerleşti.Köye geldiği günün ikinci akşamı ve diğer günlerde Ünzile ninenin ışıkları hep geç vakte kadar yanıyordu.Ali Öğretmen merakını yenemeyerek ertesi gün bunun sebebini soracaktı.O gün akşam Ünzile nine Ali Öğretmeni kapılarında görünce torununu görmüş gibi sevindi ve hemencecik içeri buyur etti onu.Ali Öğretmeni  mütevazı sofralarına buyur ettiler.O, artık dayanamayacaktı ve Ünzile nineye niçin geç vakte kadar ışıkarı yanık tuttuğunu ve  yatmadığını sordu.Ünzile nine,”oğul,bu köy uğrak yeri olan bir köy,her gün geç vakte kadar yatmam çünkü herhangi bir misafir gelir de dışarıda kalırsa ben buna  dayanamam,her gelen  Mevla  misafiridir.O misafiri de benim ağırlamam lazım,yoksa o gece   ben sabaha kadar  uyumam.”dedi.Ali Öğretmen,yardımseverliğin önemini biliyordu ama  bu kadar  büyük fedakarlık “güzel insanlar” tarafından  gerçekleştirilebilir,demekten kendini alamadı....

 

Zengin ve Yoksul

 

    Aysel Hanım rahatsızlığı sebebi ile bir  özel hastaneye  gitmişti.Muayene oldu,kanserdi.Hastalığından  kurtulabilmesi için ameliyat olması gerekiyordu  ancak meliyat  parası çok fazla tutuyordu.Aysel Hanım,bu yüklü meblağı ödemesinin mümkün olmadığını çaresizce,boynu bükük bir şekilde doktora söyledi.Durum hastane sahibine iletildi.Aysel Hanımla özel hastanenin sahibi arasındaki konuşmalara istemeden kulak misafiri olan  bir bayan kısa bir süre sonra hastanenin  sahibi ile görüşerek  Aysel Hanım’ın bütün hastane  masraflarını  kendisinin karşılayacağını belirtiyordu.Ancak bir şartı vardı.Bu şart çok ama  çok  önemliydi.”Asla  kendisinin adının söylenmemesini  istiyordu.”Bu güzel davranışın adı “sadakayı gizli vermektir.”Gizli sadaka Mevla’nın gazabını söndürür…

  Bu durum Aysel Hanım’a iletildiğinde  yardımı kabul etmiyordu,bakın sebebini nasıl açıklıyordu:”Benim bu paraya ihtiyacım var  ama ben akrabalarımla sıkı bir dayanışma  içindeyim.Gerekli parayı yardımlaşarak  toplar ve  ameliyat masraflarını karşılarım,O hayırseverin yapacağı  yardım parasını daha çaresiz birine veriniz.”diyordu.Oysa,sahip olduğu imkanını da kullanabilir,zengin bayandan alacağı parayı da  nefsi için harcayabilirdi…Böyle güzel insanlar var oldukça  kıyamet kopmayacaktır herhalde…

 

                                  Hilal Anne

 

      Hilal anne,Kayseri’de yaşıyordu.Dini bilgilerin önemli bir  bölümünü  babasından öğrenmişti.Eşi de dindar bir insandı,hatta eşinin  deyimiyle ondan el almıştı.Ancak ilerleyen yıllarda eşini  geçmişti.Dört dörtlük bir Müslüman olmuştu.Çarşıya mecbur kalırsa alışverişe çıkar,tesettürüne  azami  derecede  dikkat ederdi.Öyle ki ellerinde sürekli eldiven bulunur,satıcılarla iletişimde konuşmak yerine isteğini bir kağıda yazarak  satıcıya verirdi.

  Gecenin ilerleyen saatleriydi.Hilal anne,Kur’an okuyordu. Eşi “artık yat,ışığı kapat ,”dedi.Hilal  anne  ışığı kapattı.Bir müddet sonra eşi hala  Hilal annenin Kur’an okumaya devam ettiğini fark edince dönüp baktığında   bir de ne görsün odanın ışığı kapalı olmasına  rağmen Hilal annenin başörtüsünün üstünde  bir kandil yanıyor o kandilin ışığında Hilal anne Kur’anı kıraat ediyordu…

  O,öyle mukaddes bir insandı ki cenazesi yıkanırken mahalle gül kokularına gark oldu. Şimdi Hilal anne öteki dünyada,büyük ihtimalle cennette.Böyle güzel insanların oradaki  durağı cennetten başka neresi olabilir ki…

                             
                              
Seher Teyze

    İlerlemiş yaşına,saçına düşmüş aklara,eğilmiş beline aldırmadan acımasız yıllara meydan okurcasına eski elbiselerden kestiği parçaları  el emeği,göz nuru ile dokuyor kilim,paspaslar yapıyordu  Seher teyze.Komşuları da ellerlindeki eski elbiseleri Seher teyzeye  getirir,kilim veya  paspas yaptırırlar ve karşılığında bir miktar parayı zorla verirlerdi ona.Seher teyze,aslında yaptığı  bir şey karşısında  para almayı  pek sevmezdi ama torunu ve onun arkadaşları üniversitede okuyorlardı.Seher teyze torunu ve arkadaşlarına yardımda bulunmak için verilen paraları  reddetmiyor ve  aldığı paraların kuruşuna dokunmadan torunu Nermin’e ve Nermin’in arkadaşlarına aktarıyordu.Bugüne  kadar  kıt kanaat elde ettiği  paralarla nice gençlere  yardım etmişti Seher teyze.

   Samimiyetle yapılan iyilikler hiç karşılıksız kalır mıydı?Nermin  ve daha niceleri  bayramlarda Seher ninelerini ziyaret etmeden uzak duramazlardı…

                        

 

                        Tek Gözü Olmayan  Güzel Anne

    O,İlkokula giden küçük bir çocuktu.O gün annesi onu okula  görmeye gelmişti.O ise annesini görmezlikten gelmeye çabalıyordu ama annesi ona  doğru gelmeye devam ediyordu.Nihayet annesi yanına geldiğinde,”niçin buraya geliyorsun?Senden utanıyorum,bir daha buraya gelme diye sertçe konuştu çocuk.Annesinden ayrıldıktan sonra derse girdiğinde sıra arkadaşı kulağına eğilerek “senin annenin bir gözü kör.”dediğinde çocuk adeta çılgına dönmüş,annesine olan öfkesi bir kat daha artmıştı.

   Nihayet bu küçük çocuk büyümüş,liseyi,üniversiteyi bitirmiş,evlenmiş,makine mühendisi olmuştu.Eşi ile birlikte  bir süreliğine Singapur’a  yerleşmişti.Burada bir kız,bir de erkek çocukları olmuştu.Singapur’daki  görev süresi dolunca yurda dönmüşlerdi.Kız çocuğu 9 yaşında  erkek çocuğu  7 yaşındaydı.Çocuk ve torun hasreti ile yanan biçare anne  torunlarını görmek için oğlunun Ankara  Maltepe’deki evlerine gitti.Zili çaldığında iki torunu aynı anda koşarak  kapıyı açmışlardı.Tanımadıkları kadını karşılarında  gören çocuklar,”baba gel,kapıda kör bir kadın var,seni görmek istiyor.”dediler.Çocukları içeri gönderen baba,annesine çıkışarak,”sen,beni  utandırmayı ne  zaman terk edeceksin,kadın?diyerek annesini azarlayıp kapıyı yüzüne kapattı.Anne yüreği ya bu,yine de bu vefasız,acımasız oğluna  beddua edemedi.Çaresiz evine döndü.Bu karşılaşmadan bir yıl sonrasıydı.Bu hayırsız evlat annesinin yaşadığı,çocukluğunun geçtiği evi görmek istedi.Annesini özlediğinden değildi bu ziyaret,sadece çocukluğunun  geçtiği evi görmek istiyordu.Eşine annesinin evine değil de Eskişehir’deki bir arkadaşını görmeye  gideceğini söylemişti.Nihayetinde çocukluğunun geçtiği eve geldiğinde kapıyı çaldı birkaç kere ama açan olmadı.Komşularına annesini sorduğunda  komşu kadın” ah benim  vefasız  oğlum,annen geçen ay  öldü,senin haberin yok mu?”diyerek onu payladı.Komşu kadın “bak annen  sana bir de bu mektubu bıraktı,al oku,”dedi.Hayırsız evlat,mektubu açınca şu cümleler özellikle dokunaklıydı.”Benim güzel oğlum,biliyorum  bir gözüm görmediği için beni hiç sevmedin,hep benden nefret ettin.Ama gerçek şu ki:Sen çok küçüktün,bir kaza geçirmiş ve bir gözün  görmez olmuştu,ben de çocuğum hayatı boyunca sıkıntı çekmesin,mutsuz olmasın diye gözlerimden birini sana feda ettim.İşte bir gözüm görmediği için nefret ettiğin annenin gerçek hali budur.”yazıyordu.Ama ne acı ki  hayırsız evladın gözünde  yine bir damla yaş yoktu.

   İşte değerli okuyucularım görüyorsunuz ya vefasız,hayırsız  bir o kadar da acımasız evlada  annenin  gösterdiği şefkati…Mevla’nın kullarına gösterdiği şefkat bu annenin gösterdiği şefkatten kat kat  büyüktür.Diyebiliriz ki Mevla’nın şefkati  okyanussa, annenin şefkati okyanusta bir damladır…

                                  

          Hamallıktan Fabrikatörlüğe Ulaşan Bir Güzel İnsan Abdullah

 

    Her gün olduğu gibi o gün de yorgun argın evine dönüyordu Abdullah lakin bugün yük taşıtan kimse çıkmamış ve eline hiç para  geçmemişti.Karnı da iyice acıkmıştı doğrusu.Yakınından geçmekte olduğu evden taze,nefis bir ekmek kokusu yayılıyordu.Boynu bükük bir şekilde evin yakınındaki ağaca dayanıp bir süre bekledi.Acaba şu nefis ekmeği pişiren ev sahiplerinden biri bir parça olsun ekmek verirler mi diye düşünürken bahçe kapısının açıldığını fark etti.Kırk yaşlarında  güler yüzlü bir kadın,tertemiz bir beze sarılı bir şeyle kendisine doğru geliyordu.Çok geçmeden elindeki ekmeği Abdullah’a uzatır uzatmaz  geriye  dönerek  evine doğru uzaklaştı.Abdullah bulunduğu  evin yanından  çok uzaklaşmamıştı ki gayet sert görünüşlü,esmer tenli,geniş yapılı bir adam “Sen, bu elinde ekmeği nereden aldın?Çabuk söyle!”diyerek Abdullah’ı sıkıştırdı.Abdullah,hemencecik cevap vermeyince,”sen  konuşma bakalım,ben,onu nereden aldığını çok iyi biliyorum.”diyerek Abdullah’ı itekledi.Zalim adam,hışımla  evine doğru adeta  koşarak gidiyordu.Evine varır varmaz,hanımına:”Çabuk söyle o hamala o ekmeği yine sen verdin,değil mi?diyerek onu sıkıştırmaya başladı.”Benim didinerek kazandığım şeyleri  hakkı olmayan başkasına  sen,nasıl verirsin  bre kadın?” diyerek en yüksek perdeden  bağırarak  hanımını sıkıştırıyordu.Yardımsever kadın,korkuyla,hamala ekmeği verenin kızı olduğunu söylerse ona acır da bir şey yapmaz diye düşünerek  kızını gösterdi.Ama zalim olan, kızı da olsa acır mıydı?Eline geçirdiği  kalın bir sopa ile kızına öyle bir  vurdu ki  kızcağızın eli sakatlanmıştı,o günden sonra eli sakat kalacaktı.

 

  Bu şükürsüz adam  haline şükür etmediği için gün geldi ki elindeki fabrikayı satmak mecburiyetinde kaldı.Abdullah ise her halukarda haline  şükretmeyi  terk etmeyen iyi bir Müslüman’dı.Gün geldi,hamal olan Abdullah bir fabrika satın alacak kadar  zengin olmuştu.

  Zalim adam,elinde ne var ne yoksa  kaybettiğinden o gün evine  bir somun ekmek bile götüremedi.Evine vardığında  hanımına ve kızına “bugün hep açız,ne haliniz varsa görün.”dedi.Kısa bir müddet düşündükten sonra evin bir köşesine sinmiş kızına  gözü ilişti.”Ey,mendebur,orada ne sümsükleşiyorsun,git çarşıya  bir ekmek parası dilen de gel.”diyerek kızına haykırdı.Zavallı kızcağız  Hale de çaresiz çarşının yolunu tuttu.Nihayet eski fabrikalarının karşısında bir köşede boynu bükük beklemeye başladı.Şimdi nasıl “bir  ekmek parası isteyecekti tanımadığı kişilerden…Ama belki bir tanıdıkla karşılaşır da halini ve hatırımı sorar diye  beklemeye devam etti.Çok geçmeden eski fabrikalarından  otuz üç yaşlarında  olduğu  tahmin edilebilen bir adam kendisine doğru geliyordu.Abdullah,Hale’nin yanına geldiğinde “seni  bir yerden tanıyorum sanki…”dedi.Hale,mahçup  bir halde cevap vermeden bekledi.Abdullah,”galiba  yardıma ihtiyacın var.”diyerek bir  miktar parayı Hale’ye verirken Hale’nin bir elini saklamaya çalıştığını fark etti.”O,eline ne oldu,öyle?”dedi.Hale de günün birinde babam,bir hamala ekmek verdiğimiz için benim elime şiddetle vurarak bu hale getirdi.”deyince  Abdullah, her şeyi  çok iyi hatırladı.Hemen kendini tanıttı.”O hamal benim işte,benim.”dedi.Adının Hale olduğunu  öğrenince  bir an yüce peygamberimiz Hz.Muhammed’in ilk eşi adı gibi yüce kadın olan Haticet-ül Kübra’yı ve kız kardeşi Hale’yi hatırladı.Hz.Haticet-ül Kübra  Mevla’ya kavuşalı bir yıl olmuştu.Hz.Aişe validemizle evliydi o sırada o büyük peygamber.Evlerini ziyarete o gün Hz.Kübra’nın kız kardeşi Hale gelmiş ve O büyük insan onun sesini duyunca birden irkildi ve gayri ihtiyari ağzından “Hatice!” adı  işitildi.Hale’nin sesi ne kadar da çok benziyordu o cennet kadınlarının annesine.Bunu işiten Hz.Aişe validemiz bir an Hz  Kübra’yı kıskanmaktan kendini alamamıştı ancak o Hz Kübra onun peygamberliğini  ilk kabul eden müstesna bir insandı.Bunu da kendi kendine itiraf etmekten geri duramadı.

 

  İşte Abdullah,bu olayı hatırlamadan kendini alamamış ve Hale’nin kendisi için  bulunmaz bir  eş olduğunu düşünmüş ve düşüncesini de hemen oracık da açıklamış ve Hale’nin sakat olan elini en kısa zamanda  tedavi ettireceğini taaahüt etmişti.İşte  bu gönül sahipleri layıktır ancak hamallıktan fabrikatörlüğe değil mi?...

                       

 

                    Yozgatlı Mümtaz Bir Aile

 

      Cengiz aslen Yozgatlı bir gençtir.Selvi,esmer,yakışıklı,güler yüzlü bir genç.Fiziği kadar bir o kadar da kalbi de  güzel bir genç.Cengiz o yıl üniversiteyi bitirmiş,evlenme çağı gelip çatmıştı.Nihayetinde kendisine denk,dindar bir eş bulmuş onunla evlenmişti.İstanbul’a taşınmaları gerekiyordu zira Bilgisayar Mühendisi olarak bu şehirde  görev yapacaktı.”Dünyada mekan ahirette iman” düsturunca bir eve  ihtiyaçları vardı.Ama İstanbul gibi pahalı bir şehirde ev alacak kadar parası yoktu Cengiz’in.Durumu babasına, o da kardeşlerine ve en yakınlarına  durumu açtı.Onlar da imrenilecek bir adet vardı.Evlenen kişiye yakın akrabalar  toplanır el birliği ile ev veya ne ihtiyacı varsa o alınırdı.Aynı işlem Cengiz için de tatbik edildi.

   Günümüzde  böyle güzel  dayanışma ve yardımlaşmayı yapabilen    güzel insanlara  ne kadar ihtiyacımız var değil mi?...

 

 

     

                              Abdullah

  

    Abdullah,28 yaşında iş arayan bir gençti.İş bulmak için çok arayışta  bulunmuş ancak henüz  bir iş bulamamıştı.İş arama çabasının yanı sıra halini Mevla’ya arz ediyor,”beni senden başkasına  muhtaç etme.”diyerek dua ediyordu.”Ey büyük Mevlam,halimi sana arz ediyorum,bu sıkıntımın çaresi ancak sensin,bu halimi senden başka  kimse bilmesin,diye yalvarıyordu yaradana.”

   O gün  yine iş aramaktan bitkin düşmüştü ancak  hiç bırakmadığı  namazlarını yani kulluk görevlerini de  ihmal edemezdi.Abdest  almak üzere yolu üzerindeki  küçük  caminin şadırvanına girdi.Tam abdestini almış çıkacakken  iyi giyimli  iki  kişinin şadırvana abdest almak için girdiğini gördü. İki çift takunyayı abdest almaya  hazırlanan  beylerin  ayağına  saygıyla bıraktı.Sefa Bey,bu asil  davranıştan çok etkilenmişti.”Adın ne senin güzel  arkadaş? diye sordu.Biraz  mahcup bir tavırla Abdullah,dedi.Abdestinizi ve kılacağınız namazınızı  Mevla  kabul etsin diyerek camiye  yöneldi Abdullah.Ardından camiye giren Sefa  Bey ve arkadaşı Abdullah’ın bir sıkıntısı olduğunu davranışlarından seziyorlardı.Namaz çıkışı caminin önündeki  bankta kısa  bir hasbihal yaptılar.Ama Abdullah asıl sıkıntısı ile ilgili hiçbir  ip ucu vermiyordu.Sefa Bey ve arkadaşı Nedim Bey,Tokat’a ertesi gün yapılacak  işçi alma mülakatına  görevli olarak  geldiklerini  anlattılar.Ancak  Abdullah,ser verip  sır vermiyordu,ben halimi sana  havale ettim Mevlam,benim en büyük  yardımcım ve sırdaşım sensin  diyordu,kendi  kendine.Ertesi gün saat  10.00’da mülakat başlamıştı,mülakata katılanlar arasında  Abdullah da vardı.Abdullah,Sefa Bey ve arkadaşını karşısında  görünce bir an kendini şaşırmaktan alamadı.Mülakatta,Abdullah’ın  gireceği iş için  gerekli vasıfların  çoğunu taşıdığı  anlaşılmıştı. Saat 11.45’te sonuçlar açıklanmış,Abdullah da kazananlar arasındaydı.Sefa Bey  ve arkadaşı Abdullah ile özellikle  konuşmak istiyordu.Abdullah,biz daha  dünden  bu tarz bir sıkıntın olduğunu sezmiştik der demez  Abdullah,”Ey yüce  Mevlam,bu sır seninle benim aramdaydı,kimse bilmeyecekti,halim nasıl  açığa çıktı?”diyerek serzenişte  bulundu.Bunun üzerine  devreye  giren Sefa  Bey,”Abdullah,Güzel İnsan”ların en büyük yardımcısı Mevla’dır,senin  güzel insan olman sonucunda  sıkıntın  sonuç buldu yoksa seninle Mevla  arasındaki sır  açığa çıkmış değil.” dedi.Böyle  güzel gençlerin  çoğalması temennisiyle…

 

                  

                         Feyza

 

   Feyza,kopya çekti, haram diye atama istemedi. Alo Fetva hattını arayarak kopya çektiğini itiraf etti, aldığı cevap karşısında... Erzincan Müftülüğü’nün ”Alo Fetva” hattını arayarak ”KPSS sınavında yanındakilere baktığını” beyan ederek, ”Atanırsam kul hakkına girer miyim?” diye soran Feyza, ”Girersin” cevabını alınca, yüksek puanıyla atanma şansı olmasına karşın işe müracaat etmedi.      

    İl Müftüsü,kendilerini arayan Feyza’nın, KPSS imtihanında  yanındakilerin sınav kağıtlarına bakarak 6-7 soruyu işaretlediğini belirtip, ”Aldığım puanla da atanma imkanı yakaladım. Eğer ben aldığım puanlarla atanırsam kul hakkına girer miyim, aldığım kazanç bana helal olur mu?” diye sorduğunu aktaran  müftü, o kişiye ”Evet, bununla bin kişinin önüne geçmiş isen, o bin kişinin hakkını yersin” cevabını verdiklerini açıkladı. Müftü, Feyza’nın ”Bunun üzerine, (peki hocam) dediğini,o işe başlamadığını ve başka bir iş yaptığını biliyoruz” diye konuştu.

 

                             Mahiser Teyze

          Yıl  1984.Sonbaharın kışa  dönmeye  başladığı günler.Delikanlılığın etkisi,daha fazla hürriyet arayışı  yüzünden   kaldığım  yurttan ayrılmaya  karar verdiğim günlerde  tanıştım  o güzel insan, Mahiser Teyze ile.Melekler kadar güzel bir yüze ve bir o kadar da güzel kalbe sahipti. Benim yaşlarımda okumayı  ne çok istemişti! Ancak annesinin ilkokuldan sonra  okumasına  izin vermemesi sebebiyle  okumak içinde ukde kalmıştı.Benim de okumaya  karşı çok azimli,meraklı olmam,okumak ve bir meslek sahibi olabilmek için  konaklama ihtiyacım olduğunu belirtmem üzerine  evinde  konaklamamı sağlaması,ancak  öz annenin gösterebileceği  şefkat,merhamet,yardımseverliği  esirgemeyen  bu güzel insan sayesinde şu anda bulunduğum mevkideyim.Mevla’dan mekanını cennet  etmesini diliyorum.Nurlar içinde yat Mahiser Teyze…

                                       

                                     Mümtaz  Ağabey

       1985  yılı,üniversiteye  hazırlanmak üzere  İstanbul’a  geldiğim yıldı.İstanbul’un fatihi, Fatih Sultan Mehmet’in adının verildiği semptte kalıyordum.Bütün öğrenciler gibi zaman zaman harçlığım daralıyordu.İşte o günlerin birinde tanıdım Mümtaz Öğretmeni.Düz,uzun,kır saçlıydı.Saçlarını özellikle kulaklarının üzerine  indirirdi.Sebebini daha biz sormadan kendisi açıklamıştı.”Çocuklar,sol  kulağım biraz az işittiğinden kulaklık kullanıyorum.Kulaklığımı gizleme  ihtiyacı duyduğumdan saçlarımı kulaklarımı örtecek şekilde  biraz  fazla uzatıyorum.Çünkü,göz  kusuru olanlar,gözlük kullanarak  göz  rahatsızlığını  rahatlıkla giderirler ve onları kimse ayıplamazken,kulak rahatsızlığı yüzünden kulaklık kullananları aynı hoşgörü ile  karşılamıyor  insanlar…” diyerek serzenişte  bulunurdu.

   Emlakçılık yapıyordu Mümtaz Öğretmen daha  doğrusu  emlakçılık yapmak mecburiyetinde bırakılmıştı.İhtilal yıllarında Fatih İmam Hatip Lisesi’nde  edebiyat öğretmenliği yaptığı günlerdi ve bir gün  derse “selamun aleyküm” gençler diyerek girdiğinden  hakkında  soruşturma açılmış ve mesleğinden el çektirilmişti.Ama Mevla bir kapıyı kapatırsa diğer  kapıyı açardı.Mümtaz ağabey de adı kadar  mümtazdı ve Mevla özellikle böyle kimseleri darda bırakır mıydı?Ona da emlakçılık kapısı açılmıştı.

   İlk defa tanıştırılmış olmama rağmen beni ve diğer  gençleri  öz kardeşi  gibi  benimsemiş ve  sevmişti.Beni ve diğer gençleri varlıklı kişilere yönlendirerek harçlığımızın teminini sağlıyordu.Mevla,böyle  güzel insanları başımızdan eksik etmemesi dileğiyle…

   

                                 ÖNCEL TEYZE

    Lise yıllarıydı.Bir türlü geçmeyen başağrısına bir çare bulurum düşüncesiyle Bursa Setbaşı Hastanesi’ne gitmiştim.Bekleme salonunda sıramın gelmesini beklerken hemen karşımda  oturan  kırk yaşlarında,kumral saçlı,sempatik  bir bayanın  bana şefkat dolu gözlerle baktığını fark ettim.Benden önce o söze girdi,kendini ve yanındaki  esmer,siyah saçlı kızını tanıttı.Meğer kızı da  benim gibi  başağrısından  muzdaripmiş.Kısa sürede tanıştık,kaynaştık.Ayrılırken bana  Bursa’daki ev adresini verdiler.Sık sık mektuplaştık.Bu değerli  insan beni o kadar sevmiş olmalı ki tanıştığımız tarihten üniversiteyi bitirene kadar bana harçlık gönderdi.Üniversiteyi bitirdikten sonra da irtibatımız uzun süre devam etti.Fırsat buldukça önce Bursa’da  daha sonra Denizli’de kendilerini  ziyaret ettim.Bursa ziyaretim sırasında  Öncel Teyzemin eşi Ergun Amcamın beni çevresindekilere “manevi evlat” olarak tanıtması çok  hoşuma gitmişti.Denizli ziyaretimde Öncel Teyzemin annesi ile de tanıştım.O da en az Öncel teyzem kadar sempatik güzel bir insandı.Sanki beni torunuymuşum gibi sevdi.Aynı şekilde kızları Demet’i,Emine Ablayı ve Olgun’u  gerçek kardeşlerim kadar seviyorum.Son birkaç yıldır benim ihmalkarlığım yüzünden irtibatımız biraz zayıfladı.Buna çok üzülüyordum.Teknolojinin imkanlarından yararlanarak  bir fırsatla Olgun kardeşimin facebook adresi  aracılığı ile Öncel Teyzem ile  birkaç kere  telefonla  konuşabildim.Ancak  eski bağlılığımızın zayıflamış olmasına çok üzülüyorum.Ama  ne olursa  olsun Öncel Teyze  benim için “Güzel İnsanlar”listesinde hep de öyle kalacak.Mevla’dan kendisine uzun,sağlıklı ömürler diliyorum…

                                     Regaip  Teyze

          1986  yılı üniversiteyi kazandığım yıldı.Adını,Regaip kandilinde doğduğundan  bu kandile hürmeten Regaip  koymuşlardı anne babası.Regaip Teyze oldukça yaşlı,yüzünde yaşadığı yılar  boyunca  hep ızdırap çekmiş gibi  yer yer çizgiler vardı.Aslında ızdırap çekmişti”aşk ızdırabı”. Zaman  zaman evinin salonundaki   etrafı gümüş renk çerçeveli Hülya Koçyiğit  kadar  güzel resmini gösterir ve hayıflanırdı.Mustafa  adlı bir genci çok sevdiğini  ama  onun kendisine karşılık vermemesi sebebiyle  evlenemediğini daha  sonra da  başka kimseyle de evlenmemiş,aşkını  kalbine gömmüştü.Öyle ki Radyoda “Mustafa  Sağyaşar” anonsunu  her işittiğinde  “Bak,Nazmi Mustafa  sağ,yaşıyor,” derdi.

 

  Regaip Teyze  ile tanışmamız İstanbul’da yaşayan   kız kardeşi  Nadide Hanım sayesinde olmuştu.Üniversiteyi  kazanınca istanbul’dan Edirne’ye  geldim.Nadide hanım,ablasının  bir can yoldaşına ihtiyacını  olduğunu söylemiş ve  benim de ablasının aynı bahçede yer alan  diğer  evinde kalıp kalamayacağımı, ablasının  bazı  küçük ihtiyaçlarını sağlamasına  yardım  edip edemeyeceğimi sormuş ve ben de kabul etmiştim.

  Üniversite  hayatım boyunca  Regaip Teyze’nin evinde kaldım,benden bu süre zarfında  kira bile almadı,beni kendi evladı gibi benimsemişti.Öyle ki Nazmi  seviyor diye  evine  oldukça   uzakta  bulunan  pazardan  meyveler  alıp getirmekten imtina etmezdi.Öğretmen olup  göreve başladıktan sonra  her ay   bir  miktar  para  yardımında   bulundum Regaip Teyze’ye  ta ki  ölünceye kadar.Görev yerim şehre uzak olduğundan Regaip Teyze’ye sık mektup yazamazdım.O ise hep benden haber bekler  evinin sokağında  gördüğü kağıt parçalarını   benden gelen  meptup zanneder,sevinirmiş.Ölüm haberini aldığımda  hıçkırıklara  boğulmuş ,telefonda  konuştuğum akrabasına son sözlerimi  söyleyemeden telefonun ahizesi  elimden düşmüştü.Mevla mekanını cennet etsin,nur içinde yatsın…

                          

                         GÜL KADAR GÜZEL BİR İNSAN-GÜL-

  Onu, geçen yıl eşimle ilk defa gittiğimiz eczanesinde tanıdım.Sanki bizi yıllardır  tanıyormuş gibi hemen oturmamız için yer gösterdi,  ardından çay söyledi.Ben ise tatlı bir şok geçiriyordum.Çünkü yıllardır bu şehirde yaşıyordum ama müşterisine bu kadar samimi davranan bir esnafa ilk defa  rastladım desem abartmış olmam…Alış verişimizi tamamlayıp eczaneden ayrılırken bizi kapıya kadar uğurladı.

  İlk tanışıklıktan  yaklaşık bir yıl sonraydı.Strese bağlı  bir rahatsızlıktan tedavi olduktan sonra ilaçlarımı almak için eczaneye uğradığımda  ilk tanıdığım gündeki gibiydi yine Gül.İlaçları hazırlarken söylediği güzel sözler doktorun tedavisinden daha  etkiliydi.Uzunca bir zamandır “Güzel İnsanlar” isimli gerçek  bir hikaye  yazma  hazırlığı içindeydim.O gün orada  bu güzel insana  da  kitabımda  yer vermek istediğimi söyledim,Tabii o da  güzel insanlara  yakışır şekilde tevazu gösterdi.Ama  ben kararımı vermiştim  kararlaştırdığım  şekilde onu da hikayeme dahil ettim.Böyle güzel insanlarla  daha çok karşılaşmak dileğiyle…

                      

                       BİR GÜZEL ÖĞRETMEN –DİLEK-

   İngilizce YDS  ile ilgili çalışma yapmak ve  imtihanlara  hazırlanmak üzere  gittiğim yabancı dil dershanesinde  tanıştım Dilek Öğretmen’le.Çok yoğun  çalışma temposuna sahip olduğunu belirterek beni başından savmadı bilakis bana  nasıl yardımcı olabileceği ilgili alternatifler  düşündü.Öncelikle beni  seviye tespiti için seviye belirleme  imtihanına aldı.İmtihan sonucuna göre  bana  interaktif  çalışma  seçeneğini önerdi ayrıca  bilgisayar destekli diğer çalışma yolları ile ilgili materyalleri bana sağladı.Bütün bunları büyük bir samimiyetle  yaptığını gözlemliyordum ama yine ihtiyaten borcum nedir?diye sordum.”Ne borcu hocam?” diyerek samimiyetini  bir kere daha perçinledi.

  Bu samimi yardımdan çok etkilendiğimi mesaj yoluyla  kendisine ilettiğimde:”Yardımlaşmak gibisi var mı hocam,keşke  herkes bu bilinçte olsa,ben böyle yetiştirildim.”diyerek  “Güzel İnsanlar” listesinde yer almayı hak etti.Böyle değerli insanların  sayısının artması dileğiyle…

                           Dr.Seyfettin Bey

      Rahatsızlığım yüzünden o gece çok az uyabilmiştim.Sabahın olmasına epeyce vardı.Acıyla uyandığımda gecenin  dördüydü.Hastanenin acil servisine ulaştığımda görevli hemşire  hemen doktoru “hasta var,doktor bey”diye bilgilendirmesinin  ardından kısa süre sonra  doktor muayene odasındaydı.”Hoş geldiniz!” diye hitap edildiğinde ben, gayri ihtiyari  bir an etrafıma bakındım,acaba benden daha itibarlı birisine mi böyle kibar davranmıştı doktor diye…Çok geçmeden etrafımda kimse olmadığını anladım,bu güzel hitap banaydı.Şaşırmama gelince  35 yaşıma kadar hastane ortamında bana böyle güzel davranan hiçbir doktora rastlamıştım,tersi olaylara ise çok rastlamıştım.Hatta lise yıllarımda  diş ağrısı sebebiyle  diş doktoruna gittiğimde diş hekimi derdimle neredeyse hiç ilgilenmeyince  biraz canın sıkılmış ve  belki ilgilenir diye “doktor bey,diş etlerimde aşırı sancı var,dediğimde o,ne yani dişlerini diş etlerinle  mi çekeyim?!”diyerek adeta beni azarlayıp atmıştı.Bu gibi  olumsuz tavırlardan sonra  Seyfettin Bey’in davranışı takdire değer olmaz mıydı?...Daha da önemlisi güzel insanlar arsında olmayı hak etmez miydi?...İyi ki varsınız Dr.Seyfettin Beyler…

                  

                             Bir Güzel Öğrencim Fatma

  Bundan on yıl önce Fatma’ların İngilizce dersine girmiştim.Aradan yıllar geçtiği için Fatma büyümüş gelişmişti.Sağlık lisesi son sınıftaydı son karşılaştığımda.Mevsimlerden kıştı,soğuk bir hava vardı.Kış,düşmandır derler ya bu mevsimde hastalıklar çok olur en çok da  grip,nezle hastalıkları yaygın görülür.Ben de o gün grip olmuş,evimin  yakınındaki Hastanenin ek binası konumundaki  sağlık kurumuna gittiğimde saat 15.15’ti.Görevli kayıt memuru bu saatten sonra  hasta kabul edemediklerini  söyleyince  evime  ikinci derecede uzaklıkta bulunan sağlık ocağına yöneldim,çaresiz olarak…Aksiliğe bakın ki bu sağlık ocağında da  askerlerden oluşan bir kuyruk vardı.Bir ümit sağlık ocağımda  boş bulduğum  bankın bir köşesine iliştim.Ben öyle çaresiz,düşünceli otururken,beyaz önlüklü,güleç yüzlü   genç bir kız önümde belirdi.Kafamı kaldırdığımda  yüzüme gülümseyerek  bakmaktaydı.”Beni tanıdınız mı hocam?diye sordu.Ben de “özür dilerim,ama tanıyamadım,”dedim.”Ben,Fatma,hani bizim İngilizce dersine girmiştiniz,bize İngilizce’yi siz,sevdirdiniz.”dedikten sonra doktorun odasına yöneldi.Kısa süre sonra,”hocam,doktor bey,sizi çağırıyor.”dedi.Ben de doğruca  doktorun odasına giderek muayenemi oldum.Fatma gibi beyaz melekler güzel insanlar arsında olmayı hak etmez miydi?Hak edeceğini düşünerek onu da güzel insanlar arasında  anmayı  görev bildim….

  
                                                       BİR GÜZEL  ÖĞRETMEN   "BESTE"

    Onu ilk defa  görev yaptığım okulda  sene başı seminer çalışması döneminde öğretmenler odasında tanıdım.Öğretmenler  Odası masanın bir köşesinde sessiz sakin oturuyordu.Onu tanıyan arkadaşlardan kim olduğunu öğrendim.Onu,bana tanıtan arkadaş,"onlar Gönen'i n gizli zenginlerindendir.demişti.İşte ozaman  -sonradan anladım ki-ön yargılı düşünmüşüm.Tek başına,kim seyle konuşmadan oturduğuna,güzelliğine,zenginliğine göre "kibirli" biri olduğuna hükmetmiştim.Sonradan onu tanıdıkça  yanlış düşündüğümü anladım ve kendisini "GÜZEL İNSANLAR" arasına   dahil edecek kadar değerli buldum.
  
      Fiziki güzelliğinin yanı sıra  ruh güzelliği,mütevazı kişiliği,yardımseverliği,güler yüzlülüğü,kadirşinaslığı  hem  zengin,hem güzel olan  bir kişide kolay görülmeyecek özelliklerdi.Bu güzelliklerinin ömrünün sonuna kadar sürmesini diliyor,kendisini  hikaye kahramanları arasında  görmekten sonsuz kıvanç duyuyuyorum...
   

             
 
 
  Bugün 12 ziyaretçi (12 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol